Beliz Baylan

“Inside Out 2”, Pixar’ın 2015 tarihli başyapıtı “Inside Out”un yıllardır en çok beklenen devam filmi olarak karşımıza çıkıyor. Az değil, birçoğumuz tam 9 yıldır bu filmi bekliyorduk. Bu film ile ilk kez üniversite yıllarımda ”Psikopatoloji” dersi hocamızın önerisi ile tanıştım ve henüz daha öğrenci iken psikoloji alanında ilerleme kararımın ne kadar doğru olduğunu bana gösteren harika mesajlarla dolu bir film oldu. Bu filmde henüz 11 yaşında olan Riley’nin duygusal yolculuğu, Sevinç, Üzüntü, Öfke, İğrenme ve Korku gibi kişileştirilmiş duygular aracılığıyla keşfediliyor; her bir duyguyu kucaklamanın yaşamsal önemini gözler önüne seriyor. İlk film ile ilgili birçok analize zaten ulaşmanız mümkün, ben bu blog yazımda birkaç gün önce sıcağı sıcağına izlemiş olduğum 2. film hakkında konuşmak istiyorum 🙂

“Ters Yüz 2″de, Riley ergenlik çağının karmaşık labirentine adım atarken, Kaygı, Kıskançlık, Utanç ve Can Sıkıntısı gibi derin ve içsel duygular sahneye çıkıp ustalıkla resmediliyor. Film, ergenlik döneminin çeşitlenen ve karmaşıklaşan duygusal yelpazesiyle nasıl derin bir dönüşüm yarattığını etkili bir şekilde vurgular nitelikte. Bu yoğun duygusal harmoniyi dengede tutmayı öğrenmenin, başlı başına bir sanat; sabır ve içgörü gerektiren bir süreç olarak izleyiciye sunuluyor olması dikkat çekici.

Filmde yer alan bu yeni yüzler, duygusal dünyamızın derinliklerine dair güçlü mesajlar taşıyor ve Riley’nin olgunlaşma yolculuğunda önemli bir rol üstleniyor. Gelin biraz yeni karakterlerimizi yani duygularımızı tanıyalım. (Not: Blog yazım azıcık ucundan spoiler içerirse affola :))

Kaygının İçinde Saklanan Gerçek

Kaygı, Riley’nin gelecekte belirsiz veya kötü bir şey olacağına dair hissettiği tedirginliği ve korkuyu somutlaştıran bir duygu. İlk başlarda onu olası sonuçlar hakkında bilgilendiren bir rehber olarak hizmet ederken, zamanla en kötü senaryoları önlemek amacıyla kontrolü ele geçiriyor. Kaygının diğer duyguları bir kavanoza hapsettiği sahne, bu duygunun hakim olduğu anlarda diğer duyguların nasıl bastırıldığını etkileyici bir biçimde gözler önüne sermiş. Kaygı, gelecekteki olayları sürekli öngörmenin yarattığı stresi ve bu endişenin anı yaşama yetimizi nasıl körelttiğini anlamamızı sağlıyor adeta. Bu karakter, geleceğin belirsizlikleriyle başa çıkarken bugünü kaçırmamak için hepimizin bir denge bulması gerektiğini bana hatırlattı.

Aynı zamanda Kaygı karakteri, çoğu zaman nasıl mükemmel olmaya çalıştığımızı ve başkaları üzerinde kusursuz bir izlenim bırakma çabamızın bir yansıması. Bu çaba, bizi şimdiki anı yaşamaktan ve küçük sevinçleri deneyimlemekten alıkoyar. Tıpkı Neşe’nin dediği gibi, “Belki büyüdükçe böyle olur; daha az sevinç hissedersin.” Bu söz, olgunlaştıkça kaybettiğimiz anlık mutlulukları ve bu kaybın içsel dünyamızdaki yankısını düşündürdü.

Utancın Sessiz Gücü

Utanç, yanlış veya utanç verici bir şey yapmış olmanın verdiği rahatsızlığı ve saklanma ihtiyacını temsil eder. Bu karakter, kapüşonlusunun arkasına saklanan, pek konuşmayan kocaman pembe bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Duygularını daha çok davranışlarıyla ifade eden bir özelliğe sahip. Riley, daha havalı hokey takım arkadaşlarıyla etkileşime girerken Utanç, onun içindeki utanç ve güvensizlik duygularını körüklüyor.. Ancak Utanç, aynı zamanda Kaygı’nın Riley’ye dayatmayı planladığı değişikliklerin yararlı olmadığını da kabul edecek kadar farkındalıklı. Bu farkındalık, onun Üzüntü’ye sessizce yardım etmesine olanak tanıyor. Utanç, hatalarımızla veya sosyal güvensizliklerimizle yüzleşirken kendimizi kabul etmenin ve bunları aşmanın değerini öğretir nitelikte bir karakter.

İmrenmenin Gölgesinde

İmrenme, bir başkasının sahip olduğu şeylere duyulan derin özlemi, maddi mülklerden kişisel özelliklere kadar uzanan bir duygu olarak yansır. Riley’nin bu duygu tarafından yönlendirildiği anlarda, kendisini özellikle ‘Val’ ile kıyaslamaya başladığını görüyoruz. İmrenme, Kaygı ile birlikte Riley’yi gerçek benliğinden uzaklaştırıp başka biri olmaya zorlar. Bu duygu, Riley’nin küçük ve güvensiz yanının hokey kampındaki havalı öğrencilere benzemek istediğini açığa çıkarıyor. İmrenme karakteri, minnettarlığın ve kim olduğumuza dair öz değer duygusunun önemini öğretirken, karşılaştırmaların getirdiği olumsuzlukları da gözler önüne seriyor.

Bıkkınlığın Sessiz Mesajı

Bıkkınlık, günlük faaliyetlerde sıklıkla karşılaştığımız durağanlığın ve monotonluğun simgesidir. Riley, bazen diğer duygulara karışmak yerine, sıkıntısını bir konsol aracılığıyla kontrol etmeye çalışıyor. Bu duygu, Riley’nin hokey kampındaki arkadaşlarına karşı alaycılık yapmasına da yol açıyor kimi zaman. Ancak bıkkınlık, aynı zamanda gizli bir rehber; bizi tutkularımızı ve ilgi alanlarımızı keşfetmeye ve peşinden gitmeye teşvik eden yanlara sahip. Bu karakter, bıkkınlığın, daha tatmin olmuş ve canlı hissetmemiz için bir davet olduğunu hatırlatıyor.

Nostaljinin Melodisi

Nostalji, duygusal bir özlemi ve geçmişi anımsamayı simgeler, genellikle çocukluk veya gençlik anılarını özlemle idealize edilir. Yeni duygular geliştikten sonra ortaya çıkar ancak Kaygı’nın etkisiyle zaman zaman geri çekilmek zorunda kalabilir. Bu karakter, özellikle zor zamanlarda bize bir tür rahatlama sunar. Geçmişteki mutlu anların değerini hatırlamamız gerektiğini vurgulayarak, şimdiki zamanda geçerken nostaljinin bize sağladığı derin anlamı ön plana çıkarıyor.

Karanlık Sırların Gölgesinde

Dark Secret, Riley’nin yüzleşmek istemediği gizli gerçekleri ve inkar ettiği yönleri temsil ediyor. Bu karakter, Riley’nin henüz kabul etmekte zorlandığı, rahatsız edici gerçekleri ve deneyimleri içinde barındırır. Her birimizin kaçmaya çalıştığı, içinde sakladığı acıları, suçluluk duygularını, utanç ve pişmanlık hikayelerini yansıtıyor. Dark Secret, köklü sırlarımızı ve korkularımızı ele almanın ve onlarla yüzleşmenin önemini öğretir nitelikte. Bu karakter, duygusal özgürlük ve kişisel farkındalık yolunda ilerlememize yardımcı olurken, iç dünyamızla barışmayı ve kabullenmeyi keşfetmemizi teşvik eder.

Tüm bu yeni karakterlerin kendi zemininizdeki iz düşümlerini biraz düşünmek nasıl gelir? 🙂 Bence zaman ayırmaya değer.

Şimdi biraz da film boyunca ”güven” kavramının nasıl ele alındığına bakalım isterim. Güven sadece kendimize ya da bir başkasına güven duymakla ilgili değil. Güven kavramının içerisinde mutlaka yer alması gereken parça benlik algımızı nasıl inşaa ettiğimiz gerçeğidir aynı zamanda. Farklı başlıklar altında ”güven”in parçalarını değerlendirelim:

Duygular Arasında Güvenin Dinamikleri

Film, Riley’nin iç dünyasında duygular arasındaki güvenin önemini derinlemesine işliyor. Özellikle Joy (Neşe) karakteri, diğer duygulara olan güveni ve işbirliğini teşvik ediyor. Joy, Riley’nin mutluluğunu korumak için çabalarken, diğer duygularla birlikte çalışarak Riley’nin duygusal dengesini sağlamaya odaklanırken beni oldukça etkiledi.

Duygular arasında güven, Riley’nin korunması ve sağlıklı kararlar alabilmesi için kritik bir rol oynuyor. Joy, diğer duygularla işbirliği içinde çalışarak, Riley’nin duygusal tepkilerini dengelemeye ve çeşitli durumlara uygun şekilde tepki vermeye yardımcı olur. Örneğin, Üzüntü zaman zaman gereklidir ve bu durumda Joy, diğer duygularla işbirliği yaparak Riley’nin duygusal denge ve sağlık bir şekilde yönetilmesine destek olur.

Film aynı zamanda tek bir duygunun değil, duygular arası denge ve işbirliğinin önemini vurguluyor. Her bir duygunun Riley’nin deneyiminde önemli bir rolü var (tıpkı bizlerde de olduğu gibi) ve bu nedenle hepsi bir arada çalışmalıdır. Bu yaklaşım, Riley’nin dengeyi bulmasına ve yaşamındaki zorluklarla daha etkili bir şekilde baş etmesine olanak tanır.

Film duyguların birbirine olan güvenini ve birlikte hareket etme yeteneğini vurguluyor. Örneğin, Riley’nin karşılaştığı herhangi bir zorlukta, Öfke veya Korku gibi diğer duyguların da gerekliliğini ve faydasını anlaması, Joy’un liderliği altında bir araya gelmelerini ve Riley’nin daha sağlıklı kararlar almasını sağlar.

Bu dinamikler, duyguların birbirlerine olan güvenini ve işbirliğini öne çıkararak, insanın duygusal sağlığını nasıl koruduğunu ve geliştirdiğini gösterir nitelikte. Riley, içsel dengeyi bulduğunda ve duygusal hayatını dengelediğinde, dış dünyadaki zorluklarla daha etkin bir şekilde başa çıkabilir.

Kaygının Güven Yolculuğu

Kaygı karakteri, filmde Riley’nin iç dünyasında zorluklarla baş etmede diğer duygulara güvenmekte zorlanan bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Kaygı, genellikle Riley’nin karşılaştığı belirsizlikler ve potansiyel tehlikeler karşısında sürekli endişe duyar ve bu endişelerini ifade etmekte diğer duygulara güvenmez. Bu tutumu, Riley’nin dengeli kararlar almasını engelleyebilir ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.

Ancak film ilerledikçe Kaygı, diğer duygularla işbirliği yapmanın ve onlara güvenmenin önemini kavrıyor. Özellikle Joy’un liderliği altında, Kaygı Riley’nin stresini daha sağlıklı ve etkili bir şekilde yönetmeyi öğreniyor.

Kaygı’nın güven yolculuğu, filmde duygusal gelişim ve kişisel farkındalığın önemli bir parçasını temsil ediyor. Bu karakter, kendi korkularıyla yüzleşerek ve diğer duygularla işbirliği yaparak, Riley’nin iç dünyasında daha sağlam bir yer edinmesine yardımcı oluyor.

Benlik Duygusu

Film, Riley’nin Benlik Duygusu’nun gelişimini ve değişimini Joy’un ve diğer duyguların perspektifinden ele alıyor. Joy, başlangıçta Riley’nin olumsuz anılarını bilinçaltında saklayarak ve sadece olumlu bir imaj oluşturarak “Ben iyi bir insanım” algısını desteklemeye çalışır. Ancak Kaygı, Riley’nin yeni sosyal çevreler edinmesine yardımcı olma görevini üstlendiğinde, gelecekteki olası negatif tasvirler ve geçmişteki anılar ekleme eğilimindedir, bu da Riley’nin kendini “Yeterince iyi değilim” şeklinde hissetmesine neden olur. Bu düşünceler ve endişeler, zaman zaman Riley’nin panik atak yaşamasına yol açar.

Ancak film ilerledikçe Joy ve diğer duygular, Benlik Duygusu kristalini elde ettiklerinde, Riley’nin tüm deneyimlerinin ve anılarının aslında kendisini şekillendirdiğini fark eder. Hem iyi hem de zorlu yaşam deneyimleri, Riley’nin kimliğinin ve benliğinin önemli bir parçasıdır. Bu gerçeklik, Riley’ye yeni ve özgün bir Benlik Duygusu oluşturma motivasyonu verir. Artık kendini tam olarak kabul etmeye ve kişisel gelişimine odaklanmaya başlar.

Bu süreç, izleyiciye Benlik Duygusu’nun karmaşıklığını ve kişinin geçmişiyle olan ilişkisini anlatarak, insanın kendini anlaması ve kabul etmesi sürecini gösterir. Riley’nin içsel yolculuğu, duygusal olgunluk ve özdeşleşme ile sonuçlanarak, kendini keşfetme ve kabul etme sürecinde ilham verici bir öykü sunar nitelikteydi ve çok da etkileyiciydi.

Kıssadan hisse, bu harika filmden neler öğrendik?

Duyguları Anlamak ve Normalleştirmek

Filmden alınacak en derin derslerden biri duygularımızı daha derinden anlamaktır. Bu film sadece eğlendirmiyor; eğitiyor. Sevinç, üzüntü, öfke, korku ve tiksinti, kaygı, utanç, bıkkınlık gibi duyguların bağımsız deneyimler olmadığını, hem şaşırtıcı hem de aydınlatıcı şekillerde birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bu tasvir, çocuklarımızın duygularını daha iyi tanımasına ve ifade etmesine yardımcı olabilir ve dürüst olalım, çoğu yetişkin olarak bu konuda da biraz yardıma ihtiyacımız var! Duygularımızı tanımak ve onlar hakkında konuşmak çocuklarımıza öğreteceğimiz önemli bir derstir. Tüm bu duyguları büyük ekranda görmek, çocuklarımızın neye benzediklerini ilgi çekici bir şekilde görmelerine yardımcı olabilir. Tüm çocukların hatta biz yetişkinlerin sevinç, üzüntü, kaygı vb. deneyimler yaşaması normalleştirildiği sürece umut var demektir!

Hüznün Değeri

“Inside Out 2” tıpkı ilk filmde olduğu gibi üzüntünün değerini keşfetmeye devam ediyor. Bu, üzüntünün uzaklaştırılacak bir şey olmadığının dokunaklı bir hatırlatıcısı. Bunun yerine üzüntümüzü kabul etmek iyileşmeye ve büyümeye yol açar. Bu ders, mutluluğu her şeyin üstünde tutan kültürümüzde özellikle önemlidir. Çocuklarımıza üzgün hissetmenin sorun olmadığını ve üzüntüyü ifade etmenin rahatlık ve çözüme giden bir yol olabileceğini öğretmek çok kıymetli. Duygularımızı bastırdığımızda, onlar birikip daha da içinden çıkılması zor hal alabilir. Tüm duygularımıza izin vermek büyümenin yoludur. Riley üzüntüsünü bastırdığında bu durum onu ​​arkadaşlarından uzaklaştıracak şekilde ortaya çıktı. Arkadaşlarına nasıl hissettiğini itiraf etmesi onları birbirine yaklaştırdı.

Büyüme ve Değişim Süreklidir

Seride Riley büyüdükçe yeni duyguların ve karmaşıklıkların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, tüm çocukların ve ebeveynlerinin içinden geçtiği büyüme yolculuğunu yansıtır. Filmde yeni duyguların tanıtılması, yaşlandıkça karşılaştığımız yeni zorluklar ve hisler için bir metafor görevi görüyor. Bu, değişmeyen tek şeyin değişim olduğu ve büyüyen acıların sürecin bir parçası olduğu konusunda nazik bir hatırlatma. Garanti edebileceğimiz tek şey bazı şeylerin değişeceğidir. Değişim dalgasını kabul etmeyi ve ona ayak uydurmayı öğrenmek hepimiz için büyük bir derstir.

Empati ve Anlayış

“Inside Out 2” aynı zamanda empatiyi de savunuyor. Film, zihnimizin iç işleyişini görselleştirerek izleyicileri diğer insanların kafasında neler olup bittiğini düşünmeye teşvik eder nitelikte. Bu, kardeşler, sınıf arkadaşları arasında ve hatta ebeveynlerle çocuklarımız arasında empati duygusunu geliştirebilir. (Biz yetişkinlerin birbiri ile bazen yaramaz çocuklar gibi kurmaya çalıştığımız ilişkileri de es geçmeyelim!) Herkesin kendi içsel duygusal ortamına sahip olduğunu anlamak, etkileşimlerimizde nezaket ve sabrı teşvik eder.. Bir dahaki sefere biri endişe verici bir şekilde davrandığında, onun başına neler gelebileceğini düşünmeye çalışabiliriz mesela.

İletişim Önemlidir

Son olarak filmde iletişimin önemi vurgulanıyor. İster kafamızın içindeki duygular arasında ister aile üyeleri arasında olsun, etkili iletişim çatışmaları çözebilir ve daha güçlü ilişkiler kurabilir. Riley’nin yolculuğu, duygularını saklamanın kafa karışıklığı ve sıkıntı yarattığını, bunları iletmenin ise destek ve anlayışa giden yolları açtığını gösteriyor.

Vee… Son 1 Ders: Kendimizi Kabul Edelim – Hepimiz!

Riley’nin yeni arkadaşlarına uyum sağlamaya çalışmasını izlemek zordu. Hepimiz uyum sağlamak ve beğenilmek için olmadığımız biri gibi davrandık. Artık 30’lu yaşlarımdayım, güçlü ve zayıf yönlerim de dahil olmak üzere kim olduğumu kabul edebiliyor muyum gerçekten? Belki eskiye nazaran biraz daha fazla 🙂 İtiraf etmek gerekirse birkaç yıl öncesine kadar böyle hissetmedim. Hepimiz sadece bir yerlere ait olduğumuzu ve sevildiğimizi hissetmek istiyoruz. Kim olduğumuza sadık olmak ve kim olduğumuzu sevmek, doğru kişileri hayatımıza getirir.

Tüm duyguların birbirine sarılması muhteşem bir sahneydi. Kendini sevmek hepimizin hala öğrenmekte olduğu büyük bir ders. Sarılmanın gücünü asla unutmayalım. Başka biri ile sarılmak ya da sadece kendimize biraz sevgi vermek. Kızgın hissediyorsak, kendimizi sevebiliriz. Üzgün ​​hissediyorsak, kendimizi yine sevebiliriz. Kaygılı hissediyorsak kendimizi tekrar tekrar sevebiliriz 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir